15 C
Karabük
28 Ekim Salı 2025

Kitabımdan…

Dedesinin tacizine uğradığını, 43 yasında anca söyleyebilen bi kız çocuğuna annesi, yalan söylüyorsun derse o kız affetmez hayatına bakmayı öğrenir..Alma verme dengesizliği, onun dengesini yerine lang diye oturtur. Çok boktan, bir okadar içtendir yazdıkları.. Zerre kadar hatrı olanın, emeği geçenin, adıda geçecek, adsızlığıda..

10 Ekim 2025 23:51

Henüz 14 yaşındaydım, ailem beni çalıştırmaya başladı. 10 yıl boyunca kazandığım her kuruşu evin geçimi için onlara verdim. Kendi ihtiyaçlarımı karşılayamadım. Eğitimime, çocukluğuma ergenliğime ve gençliğime zaman ayıramadım. Çocukluğumu yaşayamadan, sorumluluklarla büyüdüm. O yıllarda, okuyan hayal kuran arkadaşlarıma hep imrenirdim. Onlar okuldan eve dönerken ellerinde kitaplar olurdu, bende ise yorgunluk. Onların gelecek planlarını dinlerken sessiz kalırdım. Çünki benim için gelecek ozaman sadece çalışmak ve dayanmak demekti. İçimden keşke bende onların yerinde olsam derdim ama, kimseye söyleyemedim. Yedi yaşındaydım.
Mahallede herkesin bir bisikleti vardı sanki, bir tek benim yoktu. Komşumuzun kızının, kırmızı, parlak, yepyeni bir bisikleti vardı. Güneşte ışıl ışıl parlayan, sanki sadece mutluluk için yapılmış bir şeydi o.
Ben de her sabah erkenden uyanır, arkadaşımın pencereden gözlerdim. Bisikletine binerken peşine takılır, saatlerce arkasından koşardım. Nefesim kesilene kadar… Belki bir an durur da “gel Özlem, sen de bin” der diye umut ederdim.
Ama o hiç demedi.
Ben de hiç binemedim.
O günden sonra hep içimde bir çocuk kaldı; elinde direksiyon olmayan, pedala basmayı bilmeyen, ama koşmaktan hiç vazgeçmeyen bir çocuk.
Yıllar geçti, arabada direksiyona geçtim, kamyon bile sürdüm. Ama bisiklet sürmeyi hâlâ bilmem.
Çünkü o, çocukluğumla birlikte elimden alınmış bir şeydi.
Sonra kendi çocuklarım oldu.
Onlara iki yaşındayken bisiklet aldım. Daha küçük ayakları pedala zor yetişiyordu ama yüzlerinde öyle bir sevinç vardı ki, içimdeki o yedi yaşındaki kız ilk kez gülümsedi.
Onlar sürerken, ben içimden “artık tamam” dedim.
Belki ben hiç süremedim, ama benim çocuklarım uçurtma gibi pedal çevirdiler gökyüzüne doğru. Arkadaşımın babası ona her daim yeni, renkli, çeşitli kıyafetler alırdı. Kumaşlar parlaktı, desenler canlı, sanki her biri küçük bir mutluluk parçasıydı.
Benimse öyle bir bolluğum hiç olmadı. Giysilerim sınırlıydı, eski ve yıpranmış… Ama merak ederdim, bir gün o rengârenk elbiselerden birini giymek nasıl olurdu?
Arkadaşım, beni anladığı için bazen izin verirdi. Birkaç saatliğine ödünç alırdım. İşe giderken onları giyerdim; sanki başka bir dünyaya adım atmış gibi, biraz heyecanlı, biraz suçlu, biraz özgür…
Sonra günün sonunda geri dönme vakti gelirdi. Arkadaşım ailesi bahçede oturur, yemek yerdi. Bense küçük aklımla, babasının üstümdeki o parlak giysiyi görmemesi için dolambaçlı yollardan, kıvrak adımlarla eve ulaşırdım.
Bir yandan çocuk utancı, bir yandan da içinde gizli bir gurur… O giysi beni farklı kılmıştı, ama aynı zamanda küçük bir sır gibi taşınması gerekiyordu.
O anlarda öğrendim; bazı mutluluklar ödünç alınır, bazı dünyalar sadece birkaç saatliğine açılır.
Ama o giysiler, o kısa anlar, içimdeki o küçük kızın hâlâ hatırladığı parlak ışıklar gibi kalır.

24 Ekim 2025 08:17

22 yaşında, gelinliği kaçış sanan bir kızın sessizliği, Kız çocuk olmaktan gençliğe geçişi sessiz yaşadım.
Regl olduğumda ne olduğunu anlayamamıştım.
Korktum.
Bir şeylerin yanlış gittiğini sandım ama anneme bir şey söyleyemedim, kızar diye sustum.
Günler, haftalar geçti… içimde hem utanç hem de merak büyüdü.
Üç ay sonra bir gün, annem sinirlenmişti. Dayak yeri üst kattı, babannem görmüyordu çünki. Banyodaki yığılmış odunları bu sebepten hiç sevmedim.
Üst katta, öfkesinin arasında beni döverken, bir anda, araya sıkıştırır aybaşı olacaksın diye anlattı bana.
Sesini bile alçaltmıştı.
O an anladım ne olduğunu.
Ama “anne, ben o dediğinden oldum bile” diyemedim.
Sadece ağladım.
Çünkü o evde, büyümek bile suç gibiydi.
Konuşmak yasaktı, anlamak bile gizliydi.
Ev, dört duvardan çok daha fazlasıydı benim için; sessiz bir hapishane gibiydi. Annemin baskısı o kadar ağırdı ki, bazen nefes almak bile suç sayılırdı. İşten başka bir yere gitmeme izin yoktu. Arkadaşımın doğum günü vardı bir keresinde… “Kız başına ne işin var?” dedi annem. Gitmedim. Gidemedim. İçimde büyüyen sıkışmışlık duygusu, gün geçtikçe kendi sesini bulmaya başlamıştı.
Kurtulmak istiyordum. Sadece bir nefes, sadece biraz özgürlük istiyordum.
Tam o günlerde tanıdım onu.
Bir fabrikada müdürdü. Düzenli bir işi, düzgün bir hali vardı. Annemin küçük kardeşi o fabrikaya süt verirdi, yani toplum dilinde “dayım” sayılırdı. Onun dilinden hiç düşmezdi bu adam:
“Efendi çocuktur, işinde gücünde, akıllıdır.”
O kadar çok övdü ki, ben de o sözlerin arasında bir umut aradım kendime.Dayı denilen şahsın o kişiye düşkünlüğü sütlerinin kabul görmesi ve etikete (müdür ya) düşkün olmasındanmış, övdüğü kişi dışarda tavuk evde…….. gerisini siz tamamlayın. Belki de o, beni bu evden kurtaracak kişiydi diye düşündüm.
Ama gelin arabasına bindiğim gün… içimde bir sızı belirdi.
Pişmanlık gibi, korku gibi…
Bir ses, “dön” dedi, “bu senin yolun değil.”
Ama dönemedim. “Ayıp olur” dedim. “Herkes ne der sonra?” Gençtim, korkaktım, susmayı öğrendim.
Ve sonra geldi o meşhur “ilk gece.”
Evli kadınlar hep fısıltıyla anlatırdı onu — bir kabus gibi.
Korkularla büyütülmüş genç kızların, ne olduğunu bile tam bilmeden hazırlandığı bir geceydi o.
Korku, utanç ve suskunluk birbirine karıştı. Kimse bir genç kızın o gece ne hissettiğini sormazdı; sadece “gereken olur” denirdi.
Oysa hiçbir şey “gerektiği” gibi hissettirmiyordu.
Evliliğin ilk aylarıydı bir başka gün.
Sabah erkenden kalktım. Rahmetli babaannemi ev telefonundan aradım, yemek tarifi sordum defalarca aradım. Pilavı, yeşil fasulyeyi zar zor pişirdim. Ellerim titriyordu ama içimde bir heyecan vardı.
Bekledim…
Saat geçti, o gelmedi. Sonra geldiğinde “neredeydin?” diye sordum.
“Annemdeydim, orada yemek yedim.”
Bir apartman altındaydı annesi.
O an içimde bir şey koptu.
Masada iki kişilik yemek vardı, ama ben tek başıma oturdum o akşam.
O tabak fasulye, o pilav… o gün benim yüreğimin suskun tanıkları oldular.
Kendimi o evde değilmişim gibi hissettim. Bir yabancı gibi.
Ne aile olabildik, ne yuva…
Günler geçtikçe, tekstilde çalışan kadınların arasında bambaşka sohbetler dönüyordu.
“Yastığın altına şunu koy, kolay gebe kalırsın.”
“Şunu iç, şöyle yat, nasip olur.”
Kime inanacağını, neyi sorgulayacağını bilmeden…
Ben de o hikâyelerin arasında, bir merakla denedim.
Ne çocuk ne demek bilirdim, ne anne olmak…
Bilmeden, hazırlıksız, bir sabah öğrendim ki hamileyim.
O an, gençliğimle birlikte çocukluğum da bitmişti.
Artık birinin annesiydim, ama kimsenin sevgilisi olamamıştım. “Bazen bir kadın büyümeyi kendi karanlığında öğrenir; korkunun, sessizliğin ve yanlış umutların içinde.”

26 Ekim 2025 17:34

Babam beni ilkokuldan sonra tekstile verdiğinde, çocuk kalbimle tam olarak ne olduğunu anlayamamıştım. Okulun sessizliğinde, sıram boş kalmıştı. O boşlukta en çok üzülen, rahmetli öğretmenim Hüseyin Karataş olmuş. Yıllar sonra kızlarından Kezban anlattı öyle öğrendim; içi burkulmuş, “Bu kızın okumaması ne büyük kayıp” diye evinde dertlenmiş.
O zamanlar benim için üzülmeyen ailemin aksine, bir öğretmenin kalbinde sessiz bir fırtına kopmuş.
Yıllar geçti, ben büyüdüm, çalıştım, direndim. Hayatın bana sunduğu tüm zorluklara rağmen ayakta kaldım. Bir gün, iş kadını olduğum dönemde, kapımdan içeri o tanıdık yüz girdi. Elinde bir gül vardı.
“Senin için çok üzülmüştüm,” dedi. “Ama içimden hep bir ses diyordu ki, bu kız kendi yolunu bulacak.
Biliyordum başarılı olacağını… Seninle gurur duyuyorum, kızım.”
O anda içimde yıllar öncesinin yarasıyla bugünün gücü buluştu.
Bir öğretmenin kalbinde filizlenmiş umut, yıllar sonra bana bir gül olarak geri dönmüştü hemde öğretmenimin ellerinden.

26 Ekim 2025 18:27

Dedemin gölgesi hâlâ üzerimdeydi; çocuk kalbim, onun bana yaşattığının izleriyle karanlığa gömülmüştü. Gürmene girdikten sonra hiç gitmedim, bir yerde kurtuluş olmuştu, ölümünü öğrendiğimizde gittim, Alkol bulamadığında kilitli dolabından kolonyayı çıkarır, kafasına tıkardı; kendi karanlığına teslim olurdu. Sonra hastalandı ve kimseye eyvallahım olmasın diyeymiş dedikleri o, çifteli tüfeğin soğuk tetiğine kendini bıraktı. Beş kız, iki erkek olan kardeşler topluluğu, duvarlara yapışan kan ve et parçalarını, bembeyaz badananın sessiz örtüsüyle saklamaya çalışıyordu. Can Hıraş’ın badanası, acıyı, korkuyu ve suskunluğu gizlemek için sürülüyordu. Kriminal gelip gitti. Tabutun üzerinde duran bıçağı hatırlıyorum hâlâ… İçimden sessizce “Oh be, öldü” demiştim; bir yandan rahatlamış, bir yandan dehşet içinde kalmış bir çocuk gibi.
O anlar, bana insanın en karanlık yanlarını öğretti; korkuyu, çaresizliği ve sessiz öfkeyi… Dayım, sigarayı bırakmıştı; ama babasının ölümünü bahane edip tekrar başladı. İçimden geçirdim: “Ya babasının tacizini bilse, neye başlardı acaba?” Gerçi artık biliyordur… Ama şimdi namaz kılıyor, sessizce ibadet ediyor. Kendini aklıyor mu acaba? İçimde karmaşık bir his var: öfke, hayret ve tuhaf bir rahatlama.
Ananem, erkek evlada düşkünlüğü nedeniyle, kızları noter aracılığıyla imza verdi ; onların haklarını, küçük erkek çocuğu olan dayıma (sigaraya başlayan) devretti. Üstelik iki yalancı şahit kullanarak şahitin birinede yalan söyleyerek şahit ne için noterde oldugunu çok sonraları öğrenmiş ve dayıcağazım bunu resmileştirdi. Aile içinde adaletin, sevginin ve hakkın nasıl çarpıtılabileceğini ilk kez bu kadar net gördüm. Kendi ellerimle uğraşamadığım, gözlerimle izlediğim bu haksızlık, içimde derin bir boşluk ve öfke bıraktı.
O günlerden beri öğrendiğim şey, hayatta kalmanın, acıyı taşırken sessizce nefes alabilmenin ve kendi gücünü bulmanın yollarını aramak olmuştu. Her duman halkası, her nefes, geçmişin karanlığının içinde küçük bir direnişti. Sigarayı sevdim ve hiçbir durumu onu içmek adına bahane olarak kullanmamayı, dayıcağazım ölümü bahane edip sigaraya başladıgında tembihledim kendime.Tacizden, ölümden, haksızlıktan ve adaletsizlikten geriye kalan her parça, içimde bir ateş yaktı; hayatta kalmayı, kendi ışığımı bulmayı ve kendi yolumu çizmenin gerekliliğini öğretti bana.

26 Ekim 2025 19:53

Çocuk kalbimle arkadaşlarımla oyun oynadığımız o günleri hatırlıyorum. Harmanların ilerisinde, Kemanecinin evine gitmeden önce, kayaların arasına dalıp saklanır, keçilerin ve kuzuların oyunlarına karışırdık. Yaz güneşinin yakıcı sıcağından korunmak için bu minik hayvanlar hemen kayaların altına girer, kendi küçük dünyalarında dinlenir, hatta… evet, o zamanlar insanın aklının ucundan bile geçmezdi ama dışkılarını da bırakırlardı.
O zamanlar bizim evde siyah zeytin pek olmazdı. Ya da belki de hiç yoktu. İşte bir gün, merak ve açlık karışımı bir cesaretle, keçi ya da koyunun bıraktığı şeyi zeytin sandım ve şapur şupur ağzıma attım. Tadını hatırlıyorum… zeytin değildi, kesinlikle değildi. Ama bir şekilde, o masum çocuk merakı ve iştahıyla yedim. Arkadaşım o zaman “O, onların kakasıydı!” dedi. Tabii bir an donup kaldım, sonra kahkaha patladı.
Ama hayat sadece böyle hüzünlü veya tuhaf anlardan ibaret değildi. Çok çocukken, her şey iyiydi, neşeliydi, güneşliydi… ama bir tek anlaşamadığım biri vardı: apartmanda oturan Aşa yengenin oğlu Mehmet. O, her zaman aksi ve geçimsizdi. Bir gün, başıma taş atıp kaçtı, sonra eve gidip annesine beni suçladı üstelik. Hıh! Gittim babanneme söyledim, o aksak ayağıyla ve elini beline koyarak apartmana kadar gitti hesabını sordu. Komşunun çöpünden karpuz kabuğu sıyırdığımı hatırlarım. Babannem gözyaşları içinde günde bir kere olan Karabük arabasına binip karpuz alıp gelmişti. Babam yoktu Arabistan’da idi ve 2-3 senede bir geliyordu. Babanneme göre bizi hiçbirşeye muhtaç etmemeli ve her istediğimizi alabilmeliydi. Babannemi çok severdim o kadarki pazardan gelesiye babannem, kuşburnu marmelatının üstüne mum dikmiş onun doğum gününü kutlamıştım. Pazar kesesi vardı bele bağlanan, pazarda kazandığı paraları koyduğu, gelince bunların hepsi senin derdi. Onun içindeki para değil güvendi, sevgiydi bir çocuğu anlamaydı.
Ve işte şimdi, o çocukluk anılarıyla dolu Mehmet’e… küçük Özlem’den selam ve sevgiler! Senin o inatçı, aksi, taş atan haline gülücükler gönderiyorum, çünkü çocukluk işte böyle garip, komik ve bazen de biraz… sürpriz dolu.

26 Ekim 2025 21:04

Bizi Takip Edin!

19,607BeğenenlerBeğen
2,093TakipçilerTakip Et
1,445AboneAbone Ol

EN SON HABERLER

spot_img