18.6 C
Karabük
9 Nisan Salı 2024

Karabük diye bir yer…

Ankara’da SSK Dışkapı Hastanesi’nde hem çalışkanlığı, görev düşkünlüğü, hem isyankârlığı ve adalet arayıcılığıyla, devrimci tutumu ile bilinen genç bir asistan olarak uzmanlığımı kazanır kazanmaz İzmit SSK Hastanesi’ne atanmıştım… Daha işbaşı bile yapmadan, o zamanlar ameliyathanesi, hasta yatağı bile bulunmayan, başhekimi de etkin hekimlik yaşamından çekilmiş bir Genel Cerrah olan Yalova SSK Dispanseri’ne sürüldüm… Babam yazar Dursun Akçam ve Gazeteci Mustafa Ekmekçi, dönemin bakanıyla basının gücünü kullanarak yaptıkları mücadele sırasında dosyama kırmızı kalemlerle “Büyük Hastanelerde Çalışması Sakıncalıdır” notu düşülmüş olduğunu öğrenmişlerdi. O mücadelenin sonucu hiç bilmediğim, hiçbir tanıdığımın bulunmadığı Karabük diye bir yere atanmıştım. …

Karlı bir Şubat (19 Şubat 1979) sabahı Ankara’dan bindiğim otobüsle tanıdım Karabük yollarını… Daha resmen işbaşı bile yapmadan önerilen, bir biçimde boş kalmış o hafta sonu nöbetini tutmayı da kabul ederek birkaç ay çalışıp askere gitme düşüncesiyle geldiğim o şehirde tam on yedi yılımı geçireceğimi, gençliğimin ve yetişkinliğimin en dinamik çağında halkıyla kucaklaşıp adeta onlardan bir parça olacağımı kim bilebilirdi ki…

O karlı Şubat günü tanıştığım şehir, Anadolu’nun dört bir bucağından ekmek ve aş kaygısı ile kopup gelmiş erlerin, hayat kavgasında çelikhanelerde, haddehanelerde ter dökerek hayatı biçimlendirdikleri, eli öpülesi analarının, bacılarının, gelene geçene sofra kurdukları bir Cumhuriyet şehriydi… Demir tozlarının, ter kokusuyla kucaklaştığı, insanın ve yiğidin harman olduğu bir yerdi… 1932 yılı Mayıs ayında ülkede bir sanayileşme hamlesi amacıyla zamanın Başbakanı İsmet İnönü’nün Sovyetler Birliği’ne gitmesi ve aynı yıl yaz aylarında gelen Sovyet teknik uzmanlarının çeşitli bölgelerde yaptıkları incelemeler sonucu verdikleri rapor gereği planlaması yapılmış demir çelik fabrikasının temeli, 3 Nisan 1937 yılında bir İngiliz şirketiyle anlaşılarak bu şehirde atılmış…

Karabük Demir Çelik Fabrikaları, “fabrika yapan bir fabrika” olarak onca olanaksızlık içinde tasarlanmış, genç Cumhuriyet’in geleceğine damgasını vurmuş önemli bir fabrikaydı… Karabük, o koca fabrikanın yanında Yeşilmahalle’de, daha ileri bölgelerde Araç Çayı boyunca uzanan, Eskipazar’dan Ulus’a, Çatalzeytin’den Çerkeş’e, yöre insanının ekmeğini sıcak çeliğe çıplak elle biçim vererek, ter dökerek, iş kazalarında kan dökerek kazandığı bir yerdi…

O şehirde, birçok gece arkası arkasına gelen ağır hastalar nedeniyle ameliyathanelerde karşıladım sabahı… Aynı günün polikliniklerinde sayıları zaman zaman iki yüzleri aşan hastaya baktım… Aylar öncesinden sıraya koymak zorunda kaldığım ameliyatlardan sağlık kurullarına, iki kata birden yayılmış yatan hastalardan acil servislere taşınanlara koşa koşa çalıştım… Yoruldum demedim, uykusuzum demedim, günlerdir çocuklarımı bile görmedim demedim… Ankara’da, hastane kapılarında sürüneceklerini bildiğim için olura olmaza sağa sola hasta sevk etmedim… Birçok hekimin hastaneye gelmekten korktuğu, siyasi nedenlerle çıkmış çatışmalarda yaralanmışlar için “Benim branşım değil, beni ilgilendirmez” diye sırt çevirmedim, “O komünist yapmasın ameliyatı” diye ameliyathane kapılarında silahla beklenen hastaların hayatını da kendi yaşamımı tehlikeye sokarak kurtarmaya çalıştım. .. Zengin, yoksul, paralı parasız ayırmadım… Kapımı çalan herkese kendimden bir parça verdim…

Binlerce emekçi insanın ekmek parası uğruna çok kötü koşullarda gece gündüz çalıştığı arkası gelmeyen iş kazalarında yaralanarak hastaneye taşındığı özel haddanelerde Türk Tabipleri Birliği Temsilcisi olarak İş ve İşçi Sağlığı önlemlerini aldırmaya çalıştım…

İşimden artakalan zamanlarımda Çamlık’ta kilometrelerce koşuya çıktım, emekçi insanlarla, halk çocuklarıyla birlikte Demirspor’da, Esnafspor’da futbol oynadım. Dernek yöneticilikleri yaptım… Takımı ilk kez Birinci Lige çıkıp sahasını üç büyükler için bile geçilmez kılan D.Ç. Karabükspor yönetiminde onurla yer aldım…

Ben o emek, demir tozu ve insanlık kokan şehri çok sevdim; sanıyorum onlar da beni sevdiler…

Bir akşamüzeri tüm doktorlardan çok sonra (çoğunluk benim hastane işleri bir türlü bitmediğinden) muayenehaneye inerken minibüs kuyruğunda görüp otomobilime aldığım bir doktor arkadaş, polislerin kendisine ceza yazdığını, otomobilini emniyete çektiklerini söylemişti… Çocuklarımın ülkede dereceye girerek üniversite kazandıkları bir eğitim aldıkları TED Karabük Koleji önünden geçerken, “Aman abi dikkat et, işte bu ekip” dediği polis ekibi, benim otomobilimi tanıyıp yan yana durup beni bir amirleriymişim gibi selamladıklarında, o arkadaş, “Ama bu haksızlık,” diye kendince isyan etmeye kalkmıştı… “Canım kardeşim” demiştim ona, “O polisler ikimizi de tanıyor, sen lojman merdivenlerini süpürmeye gelen yoksul kadının çocuğunu bile tedavi etmek için muayenehanede para vermesini bekliyorsun, ben paraya filan bakmadan herkese bir şeyler yapmaya çalışıyorum; aramızda o kadar fark olsun artık,” demiştim…

MHP yöneticileri topluca ziyaretime gelmişti yıllar sonra… “Senin için çok kötü şeyler söylenmiş, kendi memleketinden bile hakkında önemli suçlamalar gelmişti; hiçbiri doğru değilmiş meğer; sen, sağ sol, zengin fakir ayırmadan herkesin yardımına koştun; bir sıkıntın olursa haberimiz olsun; hep yanında olacağız,” demişlerdi…

Ne yazık ki, o Karabük’e, emeğinin ve Anadolu’nun en güzel yüreğini taşıyan insanlarının hak ettikleri kadar değer verilmedi… Zaman geldi, piyasa oyunları için halk ekmeğinden edildi, zaman geldi hakkı yenildi…

Ben o şehrin ve o halkın ekmeğini yedim, suyunu içtim. Helal olsun verdiğim tüm emek; tuttuğu altın olsun geride kalanlarının, Türkiye’nin birçok yerine dağılmış olsa da o topraklarda yetişmiş, kendim için bir kardeş saydıklarımın…

3 Nisan Kutlu Olsun…

04 Nisan 2020, Alper Akçam…

6753

Bizi Takip Edin!

19,607BeğenenlerBeğen
2,093TakipçilerTakip Et
1,445AboneAbone Ol

Diğer Haberler

Sosyal Medya

19,607BeğenenlerBeğen
1,501TakipçilerTakip Et
2,093TakipçilerTakip Et
1,445AboneAbone Ol
spot_img

Diğer Haberler